ABD’de İfade Özgürlüğü Krizi: Linç Kültürü ve Kutuplaşmanın Derinleşen Etkileri
Amerika uzun zamandır “özgürlerin ülkesi” olarak anılıyor, ancak bu ünün altında yatan gerçek hiç de basit değil. Bugün, YouTube videolarında ve Hollywood filmlerinde tasvir edilen romantikleştirilmiş Amerika tasviri ile ulusun gerçek durumu arasında önemli bir eşitsizlik var. Bu makalede, duygusal huzurdan uzak Amerikan toplumundaki derin bölünmelere ışık tutmaya çalışacağım ve aynı zamanda “cancel culture” olarak bilinen linç kültürünün toplumu nasıl ciddi bir şekilde kutuplaştırdığını inceleyeceğim. Ayrıca, woke kültürünün ABD’nin ulusal çıkarlarına nasıl zarar verdiğini de irdeleyeceğim.
Amerika Birleşik Devletleri’nde fikir özgürlüğü yasalarla güvence altına alınmış gibi görünse de, toplumsal kutuplaşma ve bölünmeler bunun tam anlamıyla gerçekleşmesini engellemektedir. Birinci Anayasa Değişikliği bireylere düşünce özgürlüğü ve hükümet müdahalesine karşı güvenceler sağlamaktadır. Bununla birlikte, bu durum toplum içinde fikirlerin sınırsız bir şekilde ifade edilmesi anlamına gelmemektedir.
Amerikan toplumu şu anda derin bölünmelerle karakterize edilmektedir – sağcı ve solcu, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında keskin bir ayrım vardır. Bu bölünme, orta yolu bulmanın giderek zorlaştığı bir ortam yaratmış ve bireyleri ya bir tarafın yanında yer almaya ya da diğerini tamamen reddetmeye itmiştir Bu kutuplaşma hem sağ hem de sol eğilimli bireyler arasında yaygındır. Ancak Amerikan solu içindeki linç kültürünün özellikle paradokslarıyla dikkat çektiğini vurgulamakta fayda var.
Amerikan toplumu farklı görüşlere tahammül etmekte ve çeşitliliğe saygı duymakta zorlanmaktadır. Farklı görüşlere sahip olanlar genellikle kendilerini dışlanma, tacize uğrama ya da itibarlarının zedelenmesi riskiyle karşı karşıya bulurlar. Bu durum özgür düşünce ve tartışmayı baltalamakta ve toplumun ilerlemesini engellemektedir.
Özellikle Z kuşağı arasında “woke” kültürünün yükselişi Amerika için uzun vadeli bir tehdit oluşturabilir. Kendilerini “liberal” olarak tanımlamalarına rağmen, bu kuşağın liberalizmin temel ilkelerinden önemli ölçüde saptığı görülmektedir. Bu sapma, liberal düşünceyi savunan tarihsel figürlerin mirasından bir kopuşu temsil etmektedir. Sosyalist ya da komünist Amerikalıların bile liberalizmi benimsediği bir toplumda sağlıklı bir tartışma kültürü beklenemez. Özellikle “woke” toplum, kendi görüşlerini paylaşmayan bireyleri susturmaya ya da itibarsızlaştırmaya heveslidir. Bu tür davranışlar özgür düşünceyi, sağlıklı diyaloğu, Amerikan siyasetini ve uluslararası ilişkileri tehdit etmektedir.
Linç kültürünün en derin etkisini Amerikan üniversitelerinin kampüslerinde görüyoruz. Sol grupların üniversite kampüslerine gelen sağ görüşlü konuşmacıların faaliyetlerini baltalaması bunun bir örneğidir. Stanford’da yaşanan son olay bunun daha detaylı bir örneğidir. Federal Temyiz Yargıcı Duncan, LGBT+ haklarına karşı çıkan tartışmalı bir geçmişe sahip sadık bir muhafazakâr olarak, görüşlerine karşı muhalefetle karşılaştı. Ancak, Stanford’da şiddetli protestoların damgasını vurduğu son olaylar, tartışmasız onun fikirlerinden daha yıkıcıydı. Stanford Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Tirien Steinbach’ın da aralarında bulunduğu öğrenciler ve öğretim üyeleri Duncan’a karşı sert bir şekilde protesto gösterileri düzenlerken, protestocular “Umarız kızlarınız tecavüze uğrar” gibi kişisel saldırılarda bulundu. Bu protestolar muhalefetin güvenilirliğini ve ahlaki duruşunu aşındırdı. Stanford’lu protestocular Duncan’ın görüşlerini hedef almaktan ziyade onun karakterine ve görüşlerini özgürce ifade etme hakkına saldırdılar. Protestolar fiziksel olarak zararlı olmasa da, “woke kültürünün” baskıcı yönlerini açığa çıkardı. Siyasi doğruculuk arayışında, liberal değerlerden farklı görüşlere sahip bireyler dışlanma ve alay edilme ile karşı karşıya kalarak anlamlı bir söylemi engellemektedir.
Eğitimde Bireysel Haklar Vakfı tarafından yapılan bir anketin bulguları, her 10 Amerikalıdan yaklaşık 6’sının ABD’de demokrasinin tehlikede olduğunu düşündüren görüşlerini dile getirmekten çekindiğini göstermektedir. Bu rahatsız edici istatistik, tarihsel olarak dünya çapında demokrasi ideallerini savunmuş bir ulus için endişe verici bir portre çizmektedir. Bireylerin kendi toplumlarında yaşadıkları bu korku, ABD’deki kutuplaşmayı artırarak toplumsal barış ve refahı olumsuz etkiliyor. Örneğin yine üniversite kampüslerinden örnek verecek olursak, yapılan bir araştırmaya göre muhafazakâr öğrencilerin %68 gibi önemli bir çoğunluğu sınıfta gerçek fikirlerini ifade etmenin olası sosyal yansımalarından tedirginlik duyarken, buna karşılık liberal öğrencilerin sadece %22’si benzer endişeleri paylaşıyor. Ayrıca, anayasası özgürlük üzerine kurulmuş bir ülke olan Amerika, ifade özgürlüğü konusunda artık ilk 10’da bile yer almıyor.
Bu eğilimlerin uzun vadeli etkilerinin Amerika’nın uluslararası ilişkilerinde daha derin bir sorun teşkil edebileceğine inanıyorum. Çünkü woke kültürünün etkisi altındaki liberaller kendi uluslarına karşı eleştirel bir tutum takınmaya, Amerikan bayrağı gibi ulusal sembolleri bile siyasileştirmeye ve hatta Amerikan bayrağına siyasi bir gözle bakmaya, evinde Amerikan bayrağı taşıyan insanları kolayca “Trump destekçisi” olarak yaftalamaya meyillidir. Bir ülkenin bayrağı bile siyasi bölünme aracı haline geliyorsa, bu ciddi bir tehlike işaretidir. Çünkü toplumun bir araya gelemediği ve birlik olamadığı bir ülke, küresel sahnede gücünü kaybediyor demektir.
Comments