Kardak Krizi: Türk-Yunan İlişkileri
Kardak Krizi: Türk-Yunan İlişkileri
25 Aralık 1995’te Çanakkale’den İsrail’e giden Figen Akat isimli Türk bandıralı kargo gemisi Bodrum’un yaklaşık 6 km uzaklığındaki Kardak Kayalıkları’nda karaya oturdu. Bir saat içerisinde geminin sahibi Erim Akat’a haber ulaştırıldı. Ertesi akşam bir Türk sigorta şirketinden iki yetkili gemiye ulaşmış ve nasıl kurtarılabileceği hakkında durum analizi yaparken Türk ve Yunan savaş gemileri, Figen Akat’ın yakınlarına demirlemiş, uzaktan gözlem yapıyorlardı. Kazadan iki gün sonra Yunanistan’ın Ankara Büyükelçisi, T.C. Dışişleri Bakanlığı’na, Figen Akat’ın Yunanistan karasularında olduğunu ifade ederek kurtarma işleminin durdurulmasını talep eden bir nota verdi. Bakanlık bir başka notayla bu iddiayı reddetti. Aynı gün, beklenmeyen bir hamleyle, bir Yunan savaş gemisi ve üç hücum botu Figen Akat’ı ablukaya aldı. Gemiye bağlanan bir çelik halat vasıtasıyla Figen Akat kayalıklardan denize indirildi. Mürettebat zekice bir hamleyle çelik halatı keserek geminin denizde serbest kalmasını sağladı ve Figen Akat Türk karasularına geçmeyi başardı.
Sonraki bir haftalık süreçte diplomatik gündeme sükûnet hakimken Yunanistan’ın verdiği ikinci nota ile Ege kaynamaya başladı. Verilen notada, Kardak Kayalıkları’nın 1932 yılında İtalya ile Yunanistan’ın yaptığı bir anlaşmayla Yunanlara bırakıldığı iddia ediliyor ve kayalıkların Yunanistan’a ait olduğunun altı çiziliyordu. (32.Gün, 1996) Türk Dışişleri Bakanlığı’nın daha yoğun araştırmaları sonucu, Kardak Kayalıkları’nın Türkiye’ye ait olduğunu gösteren tapu kayıtları Bodrum Kaymakamlığı’nda ortaya çıkartıldı. Böylece Türkiye notayı bir kez daha reddetti.
19 Ocak 1996’da Kostas Simitis güvenoyu alarak başbakanlık görevine başladı. Hemen ertesi gün siyasi rakibi ve dönemin (Yunanistan) Milli Savunma Bakanı Gerasimos Arsenis’e yakın olan basın organlarında, Yunan toprağının Türklere peşkeş çekildiği iddiasıyla maksatlı yayınlar yapılmaya başlandı. Simitis’e verilen bu seçim hediyesi, acilen karar alıp harekete geçilmesi gerektiğini gösteriyordu. Bunun üzerine çevre Yunan adalarından birinin belediye başkanı bir papaz ile Doğu Kardak Kayalıkları’na giderek Yunan bayrağı dikti ve Yunan marşını okudu. Türk cephesinden yanıt gecikmedi, 27 Ocak’ta Türk gazeteciler Yunan bayrağını indirerek kayalığa Türk bayrağı diktiler. Dönemin Dışişleri Müsteşar Yardımcısı İnal Batu’nun yaptığı bir basın açıklamasında sarf ettiği: ‘’Biz Yunanlar ile bir bayrak yarışı içerisinde değiliz’’ söylemi, aslında işin ciddiyetinin ne boyutta olduğunun gizli bir deliliydi. Ardından Yunan ordusu kayalıklara asker çıkardı ve kayalıkları denizden abluka altına aldı.
Bardağı taşıran ve Ege’ye düşen bu son damla nihayet Ankara’yı harekete geçirdi. Türkiye Cumhuriyeti mütekabiliyet ilkesini öne sürdü. 29 Ocak gecesi Başbakan Tansu Çiller, Dışişleri Bakanı Deniz Baykal ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya’nın katılımıyla gerçekleşen toplantıdan çıkan karar gayet netti:
“O bayrak inecek, o asker gidecek.”
Tansu Çiller, 1996
Operasyon için 12 Türk SAT komandosu seçildi, amaç Yunan gemilerini geçip doğudaki adaya sızmaktı. Aslında bu bir aldatma harekâtıydı. Komandoların Bodrum’dan denize açılmasının ardından Türk helikopterleri kendi firkateynine asker indiriyormuş gibi gösterip Yunan filosunun dikkatini dağıttı ve SAT komandolarını taşıyan botlar Batı Kardak Kayalıkları’na ulaşmayı başardı. Adadaki Yunan bayrağı Türk komandoları tarafından indirildi ve yerine Türk bayrağı dikildi. Bayrağın dikilme haberi Türk kamuoyunda büyük sevinç yarattı ancak daha önemlisi; tek kurşun dahi atılmadan bir diplomatik kriz sonlandırılmıştı.
Bir ülkenin uyuşmazlıkların çözümüne yönelik ilgisizliği, tek taraflı uygulamalardan ötürü meydana gelen bir kriz veya sadece tepki gösteren ve kriz yönetiminde hazırlıksız olan bir ülke… Kardak olayında bu ve benzeri birçok yorum yapılabilir. Ancak çıkarları korumak ve sıcak çatışmadan kaçınmak baz alındığında Türkiye’nin bu krizi başarıyla yönettiği ve sonlandırdığı söylenebilir. Casus Diplomacy olarak, ‘’Casus Belli’’ terimine atıfta bulunup dünya düzeninin savaşla değil, sadece diplomasi ve diyalog yoluyla tahsis edilebileceğinin altını çizsek de bu tarz krizlerde sivil ve askerî karar verme süreçlerinin eşgüdümünün gerekliliğini inkâr edemeyiz. (Şıhmantepe, 2013) Amerikalı siyaset bilimci Alexander L.
“Uygulanacak diplomasiyi destekleyebilecek nitelikteki askerî yapılanmayı hazır bulundurmak ülkelerin yararınadır.”
Avoiding War: Problems of Crisis Management
Ayrıca unutulmaması gereken bir diğer husus, ‘’coercive diplomacy’’ yani zorlayıcı diplomasi olarak adlandırılan bu stratejinin de diplomasi ağacının dallarından biri olduğudur. Sonuç olarak Türkiye ve Yunanistan yaklaşık 400 yıllık ortak tarihe sahip, sınır komşusu olan iki ülkedir ve bir istisnayı temsil etmektedirler. Bugün dünya üzerinde bağımsızlığını birbirine karşı kazanan, birbirlerine karşı kazandığı zaferleri bağımsızlık günü olarak kutlayan başka iki ülke bulunmamaktadır. Söz konusu bir savaş, çatışma veya anlaşmazlık bu iki ülkeye yarar sağlamayacağı gibi büyük ölçüde zarar ve hasar potansiyeli taşımaktadır. Zira devlet adamı, düşünür ve tarihçi İbn Haldun’un da yüzyıllar öncesinde ifade ettiği gibi,
“Politikalarını ırka, dine veya mezhebe göre değil bulunduğu coğrafyaya göre şekillendiren devletlerin ömrü diğerlerinden daha uzun olmaya yatkındır.”
Lakin Bugün itibariyle uluslararası anlaşmalara göre Türk toprağı olan(Türkiye Cumhuriyeti Devlet Envanteri’ne kaydedilen) 150’yi aşkın ada, adacık ve kayalıktan bir kısmı Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. Tam sayıya bakıldığında, yaklaşık 20 ada, adacık ve kayalık şu anda Yunan işgali altındadır. (Dündar, 2020) Yunanistan 2004 yılından bu yana bu adalarda belediye binası, polis karakolu gibi kurumlar inşa ederek adaları silahlandırıyor ve kendi bayrağını dalgalandırıyor. İşgalin yanı sıra, uluslararası hukuka aykırı bu hamlelerle kıta sahanlığını ihlal ederek kendi karasularını 12 mile yükseltmeyi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Ege Denizi’nde üç mili geçememesini amaçlıyor. (Aka, 2019) Bu niyet Türkiye’nin ‘’Mavi Vatan’’ doktrinine taban tabana zıt olmakla beraber, Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarından faydalanmasının önünde büyük engel teşkil ediyor. Geçtiğimiz aylarda gündeme gelen F-35 sorunu, Amerika Birleşik Devletleri’nin taraflı arabuluculuğu ve Başbakan Miçotakis’in ABD Kongresi’nde yapmış olduğu konuşma göz önüne alındığında Türk-Yunan ilişkilerinde tarihi bir kırılma meydana geliyor. İsmail Cem dönemi Türk-Yunan dostluğuna bugün vurgu yapmak aşırı romantikliğin dışında hayalperestlik gibi duruyor. Geçmiş deneyimlerde Yunanistan asla bugün olduğu kadar gözü kara ve kışkırtıcı olmamıştı. Türkiye’nin AB, NATO ve ABD nezdinde iyiden iyiye hasar alan imajı ve içinde bulunduğu ekonomik bunalım Yunanistan’ın özgüven ve cesaretini açıklar nitelikte. İleride ne olacağı elbette meçhul ancak diplomatik konjonktür bu iki ülkenin kaderini tayin edecek gibi gözüküyor.
Ömer Valyozoğlu
Kaynakça
Aka, T. (2019). Türk Yunan İlişkilerinde Adalar, Adacıklar ve Kayalıklar Sorunu. Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1-68.
Dündar, U. (2020, Eylül 11). Yunanistan’ın işgal ettiği 7 ada ile 13 adacık Türkiye’ye aittir. sozcu.com.tr: https://www.sozcu.com.tr/2020/yazarlar/ugur-dundar/yunanistanin-isgal-ettigi-7-ada-ile-13-adacik-turkiyeye-aittir-6032251/amp/ adresinden alındı
32.GÜN (Yazar). (1996). Kardak Krizi [Sinema Filmi]. Türkiye. https://www.youtube.com/watch?v=_xi9B1nsCBQ&ab_channel=32.G%C3%BCnAr%C5%9Fivi adresinden alındı
Şıhmantepe, A. (2013). Kardak Krizi Sürecinin Kriz Yönetim Prensipleri Açısından İncelenmesi. Güvenlik Stratejileri, 9(17), 127-155.
Comments