Türkiye-AB İlişkilerinde Kimlik Kavramı
1950’li yıllarda altı ülkenin (Fransa, Batı Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg) Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu(European Coal and Steel Community) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (European Economic Community) kurmasıyla temelleri atılan Avrupa Birliği, küreselleşmenin uluslararası arenada önemli etkisiyle çeşitli genişleme ve entegrasyon süreçlerine öncülük etmiş ve farklı ülkelerle etkileşim içinde olmuştur.
Siyasi ve diplomatik alanda attığı adımlarla tüzel kişilik[2] kazanan AB, giderek dış ilişkilerini ve dış politikasını genişletmiş ve dünya siyasetinde küresel bir aktör haline gelmiştir. AB’nin bu başarısının en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz günün koşullarına göre sürekli revize edilen genişleme politikasıdır.
Avrupa Birliği’nin genişlemesi; basitçe, yeni üye devletlerin birliğe katılması anlamına gelir. Avrupa Entegrasyonu olarak da bilinen bu genişleme süreci, çeşitli koşul ve politikaları da beraberinde getirmiştir. Avrupa Komisyonu (2014)tarafından bir kriter haline getirilen bu koşullar, “Üye olma ihtimali, AB üyesi olmak isteyen ülkelerde demokratik ve ekonomik reformlar için güçlü bir teşviktir.” şeklinde tanımlansa da bunlarla sınırlı değildir (Enlargement Strategy and Main Challenges 2014-15). Öte yandan, AB’ye katılacak bir ülkenin tüm üyelik kriterlerini tam olarak karşılaması gerekir. Ancak tahmin edilebileceği üzere bu kriterlerin karşılanması için ülke çapında pek çok reformun gerçekleştirilmesi gerekmektedir ve bunun için de hatırı sayılır bir zamana ihtiyaç vardır. Bu nedenle, üyelik başvurusu için temel şartları yerine getirmiş ancak üyelik kriterlerinin hepsini henüz tam olarak karşılamayan ülkeler için adaylık statüsü oluşturulmuştur. Arnavutluk, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti, Karadağ ve Sırbistan gibi Balkan ülkelerinin yanı sıra Türkiye de halen AB üyeliğine aday ülkelerden biridir.
Türkiye’nin 5 Mayıs 1949 tarihinde Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biri olması ile başlayan Türkiye-AB ilişkileri, 1987 yılında Türkiye’nin tam üyelik başvurusu ile “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci” adını almış ve bu doğrultuda şekillenmeye başlamıştır. Bülent Ecevit liderliğindeki koalisyon hükümetinin katılımıyla 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan Avrupa Konseyi Toplantıları’nda Türkiye’ye resmi olarak aday statüsü verilmiştir. 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle Türkiye’de yeni bir siyasi dönem başlamıştır. 2002 yılından bu yana Türkiye-AB ilişkilerinde çeşitli olumlu ve olumsuz gündemler ortaya çıkmış ve Türkiye henüz AB’ye üye olmamıştır.
AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin AB’ye üye olamamasının nedenleri; demokratikleşme, ekonomi, coğrafya ve nüfus gibi çeşitli alt başlıklar yardımıyla kategorize edilerek kısmen açıklanabilir. Ancak Aralık 2006’da çeşitli fasılların kapatılmasıyla üyeliği askıya alınan Türkiye’nin Avrupalı kimliğine uyum sağlayamadığı, yani Avrupalılaşamadığı tartışılmaktadır.
En basit tanımıyla kimlik, bir ülkenin, toplumun veya bir ülkede yaşayan insanların (yani vatandaşların); ayırt edici gelenekler, kültür, dil, din, tarih, etnisite, milliyet ve ideoloji gibi kavramlar aracılığıyla dış dünyaya yansıttığı genel imajdır. Yansıma, kaynak tarafından değil, yansımayı gören ve tanık olanlar tarafından tanımlanabilir (Berenskoetter, 2010). Başka bir deyişle, benlik algısı ile bütünleşen kimlik, başkalarının söz konusu toplumu veya grubu nasıl algıladığı ile ilgilidir ve bu da bir aidiyet ve farklılık duygusu yaratır (Kershaw, 2018). Farklılık vurgusundan hareketle kimlik kavramında “öteki” olarak adlandırılan bir aktörün varlığı açıkça görülmektedir (Lebow, 2008).
Tarih boyunca toplulukların aidiyet duygusu doğrultusunda şekillenen çeşitli oluşumlar olmuştur. Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkilerinde önemli görülen Avrupalı kimliği de bu oluşumlardan biridir. Avrupalı kimliği, AB’nin uluslararası arenada siyasi bir birlik olarak ortaya çıkmasından sonra gündeme gelen bütünleşme sürecinde AB’nin temel değer ve kriterlerini kapsayan bir tanımdır.
Avrupa Birliği içindeki birçok farklılığa rağmen, ortak tarih, semboller ve mitler yaratılmış; Avrupalılık, entegrasyonu, barış sürecini ve bölgesel yönetişimi destekleyen bir yapı olarak tasvir edilmiştir. Bölünme ve parçalanma hoş görülmez (RUMELİLİ, 2008). Oysa Türkiye, kendi üyelik hedeflerini, ‘Türk’ ve ‘Avrupalı’ olmanın ne anlama geldiğini bile müzakere etmektedir. Bir başka deyişle, Türkiye kendi içerisinde önemli çelişkiler yaşamaktadır. Coğrafi olarak da hem Avrupa hem de Asya’da yer almaktadır. Ağırlıklı olarak İslami değerleri benimseyen bir toplum, Osmanlı ve İslami mirasın reddedilmesi üzerine kurulmuş seküler ve batılılaşan bir devletle bir arada yaşamaktadır (RUMELİLİ, 2008).
Türk toplumu İslamcı köktenciler ve laikler, Batılılar ve milliyetçiler ve ümmetçiler arasında bölünmüştür. 1980’lerden itibaren ortaya çıkan PKK ve terör eylemleriyle keskinleşen Türk-Kürt çatışması ve azınlık faktörü dikkate alındığında, Türk toplumunu “parçalanmış” olarak tanımlamak mümkündür (RUMELİLİ, 2008). Ortaya çıkan bu ikilem, Avrupa’yı memnun etmeyen bir kafa karışıklığıdır (Düzgit & Rumelili, 2021).
Din faktörüne gelindiğinde, AB’nin Hristiyan Kulübü olarak tanımlanması aslında iki aktörün dini düşünce açısından ne kadar farklı olduğunu kanıtlar niteliktedir. Roma İmparatorluğu’nun 7. yüzyılda Hıristiyanlığı kabul etmesiyle başlayan, 11 Eylül ve 2005 karikatür krizi gibi çeşitli gündemlerden beslenen dinsel ayrışma, Avrupa’da İslamofobinin yerleşmesine neden olmuştur (AKDEMİR, 2013). AB’de Hıristiyan Demokratlar olarak ifade edilen aşırı sağ, kültürel ve dini farklılıkları vurgulayarak Türkiye’yi marjinalleştirmiş ve üyeliğinden yana olmadığını göstermiştir. (BİREKUL, 2009)
Aslında söz konusu dini farklılık AB üyelik sürecinde Türkiye’nin elinde önemli bir koz olmuştur. Dini farklılıklara işaret ederek Hristiyan Kulübü tanımına atıfta bulunan Türkiye, AB’nin bu kimlikten kurtulma çabasını kendi lehinde kullanmıştır. 1980’lerin ortalarından bu yana, AB-Türkiye ilişkilerini yakınlaştırmaya yönelik stratejik argümanlar, Türkiye’yi her zaman İslami köktenciliğe karşı bir siper olarak resmetmiştir (RUMELİLİ, 2008). Türkiye’nin 1997 yılında Dışişleri Bakanı İsmail Cem tarafından ortaya konan melez kimliği, Kasım 2002’de iktidara gelen muhafazakâr AKP hükümeti tarafından benimsenmiştir. Türkiye’deki laik çevreler başlangıçta Türkiye’nin Müslüman bir Demokrasi olarak inşa edilmesine karşı çıksalar da, bu zamanla Türk dış politikasının standart söylemi haline gelmiştir. (RUMELİLİ, 2008). Türkiye’nin 1999’daki adaylığının ardından İslamcı bir siyasi partinin üyelik sürecini başlatmak için kapsamlı bir dizi reformu hayata geçirmesi, AB’nin Türkiye’ye aday statüsü verme kararının doğru olduğu inancını güçlendirmiştir. Başlangıçta meydana gelen olumlu değişimler ve buna paralel olarak Avrupa’nın olumlu tutumu, Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetinin daha otoriter, milliyetçi ve ümmetçi politikaları benimsemesinden sonra zamanla değişmeye başlamıştır.
Özetle, Türkiye hem Avrupalı hem de Asyalı olduğunu iddia etse de Ortadoğu ile güçlü bağları olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı niteliğinde bir Asya ülkesidir. Avrupa, sunulan güncel Türk kimliği tasviri ile Türkiye’yi kabul etmeye henüz hazır değildir. Aynı zamanda Türk halkının çoğunluğu gerekli kriter olan Avrupalılaşmayı sağlayabilecek noktada da değildr zira İslam’ı da içine alan bu Türk kimliği buna izin vermemektedir. Sonuç olarak, katılım müzakereleri 2016’dan beri durmuştur. Diplomatik gündem her ne olursa olsun, Türkiye’siz bir AB dış politikası ve AB’siz bir Türk dış politikası tahayyül edilemez. Jeopolitik konumu, giderek artan nüfusu, askeri gücü ve uluslararası arenadaki siyasi varlığı ile Türkiye, Avrupa nezdinde oldukça mühim bir aktördür. Bu nedenle, ilerleyen yıllarda bu iki tüzel kişinin yeniden el sıkışması oldukça mümkün gözükmektedir.
Ömer Valyozoğlu
Kaynaklar
AKDEMİR, E. (2013). AVRUPA BİRLİĞİ’NDE KİMLİK, KÜLTÜR TARTIŞMALARI VE TÜRKİYE. Ekin Yayınları.
Barker, J. P. (2012, April 17-19). Turkish Religious Identity and the Question of European Union Membership. Institute for Cultural Diplomacy: Ankara Conference on Peacebuilding and Conflict Resolution, s. 1-26.
Berenskoetter, F. (2010, March 1). Identity in International Relations. Oxford Research Encyclopedia of International Studies.
BİREKUL, M. (2009). Türkiye’nin Avrupa Birliği Üyeliğine Karşı Avrupa’da Yükselen Kültürcü Söylem ve Din Faktörü. SÜİFD, 69-84.
Commission, E. (2014). Enlargement Strategy and Main Challenges 2014-15. COMMUNICATION FROM THE COMMISSION TO THE EUROPEAN PARLIAMENT, THE COUNCIL, THE EUROPEAN ECONOMIC AND SOCIAL COMMITTEE AND THE COMMITTEE OF THE REGIONS , European Commission.
Düzgit, S. A., & Rumelili, B. (2021). Constructivist Approaches to EU–Turkey Relations. EU-Turkey Relations: Theories, Institutions, and Policies, 63-82.
Kershaw, M. (2018, August 7). How National Identity Influences US Foreign Policy. Sheffield Academic Press, s. 1-5.
Lebow, R. N. (2008). Identity and International Relations. International Relations, 22(4), 473–492.
RUMELİLİ, B. (2008). Negotiating Europe: EU-Turkey Relations from an Identity Perspective. Insight Turkey, 97-110.
Comments