İslamiyet Perspektifinden Diplomaside Din ve Etik: Asr-ı Saadet’te Diplomasi

“Bugün küresel diplomaside karşılaştığımız en ilginç zorluklardan biri, çok çeşitli dini geleneklerin dış ilişkiler üzerindeki büyük etkisini tam olarak anlama ve bunlara katılma ihtiyacıdır. Sık sık söylerim, bugün üniversiteye geri dönseydim, siyaset bilimi yerine karşılaştırmalı dinlerde uzmanlaşırdım. Bunun nedeni, dini aktörlerin ve kurumların dünyanın her bölgesinde ve ABD dış politikasının merkezinde yer alan hemen hemen her konuda etkili bir rol oynamasıdır.’’

John Kerry, ABD Dışişleri Bakanı (2013-2017)

Amerikalı diplomat ve siyasetçi John Kerry’nin bu söyleminden hareketle, dinin, dini aktör ve kurumların tarih boyunca, neredeyse dünyanın her bölgesinde dış politikada etkili olduğu görülmektedir. Günümüzde Uluslararası İlişkiler disiplininin, ‘’Batı orijinli’’ addedilmesinden ötürü, din kavramı ile ilişkisinin yalnızca Hıristiyanlık üzerinden açıklanmasına yönelik bir eğilim mevcuttur. (Sayın, 2010) 1789 Fransız İhtilali sonrası Avrupa’da yayılan ve neredeyse tüm dünyayı etkileyen milliyetçilik akımı neticesinde ortaya çıkan ulus devlet kurumu, bu eğilimin sebebi olarak gösterilebilir. Ancak bu durum, aynı zaman diliminde ve geçmişte, dünyanın geri kalanının tarihin akışı içindeki rolünün görmezden gelinmesi sorununa sebep olmaktadır. (Sayın, 2010) Bu yazımda, Asr-ı Saadet’te[1] Ceziret-ül Arap’ta[2]benimsenen diplomatik strateji ve ilkeleri inceleyerek, İslamiyet’te diplomasinin yeri ve öneminden bahsedeceğim.

Orta Çağ’dan bu yana diplomasinin dini ve etik yönü bir tartışma konusu olagelmiştir. Tartışmanın temel odakları siyaset ve diplomasinin söz konusu bu iki unsurdan izole edilip edilmemesidir. Geçmişe bakıldığında Batı diplomasisinde(genel itibariyle) Makyavelci[3]bir tutum benimsenerek dış politikanın din ve ahlaktan arınması gerektiği fikri hakimdir. Nizamettin Çelik’in (2019) makalesinde belirttiği üzere, İngiliz Venedik diplomatı, Sir Henry Watton’a nisbet edilen

“Bir büyükelçi, ülkesinin çıkarları için yalan söylemek üzere yabancı ülkelere gönderilen namuslu bir adamdır.”

sözü, bunu kanıtlar niteliktedir. (s. 81) Ancak bu anlayış, Hz.Muhammed’in diplomatik teamüllerinde asla yer edinmemiştir. (Çelik, 2019) Zira söz konusu İslamiyet olduğunda gündelik yaşamın ve dinin birbirinden ayrılması fiziken ve mantıken mümkün değildir. İslamiyet oldukça pratik bir dindir, kuramsal değildir. Bir başka deyişle, dinin evde seccade üzerine, dışarıda ise cami duvarları arasına hapsedilmesinin kabul edilemeyeceğine dair bir görüş söz konusudur. (İnançer, 2010) Daha açık olmak gerekirse, din yaşamın bir köşesinde veya herhangi bir bölümünde değildir, din yaşamın kendisidir. Müslümanların 7 gün 24 saatini kapsayan ve bu doğrultuda şekillendiren bir olgudur. (Ortaylı, 2008).

Siyaset ve diplomasi gibi devlet idaresinde yer alan kavramlar da yaşamın içinde var olduğundan, Asr-ı Saadet’te verilen diplomatik kararların Kur’an-ı Kerim’e paralel olduğunu görmekteyiz. Bu nedenledir ki, Hz.Muhammed’in diplomatik ilişkilerinin merkezinde tevhide davet yani tebliğ vazifesi yer almaktadır. Belagât (retorik) öne çıkan unsurlardan biridir. Nahl suresi 125. ayette:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış…”

Nahl, 125

ifadesiyle, karşılıklı iletişimde muhatabın iknası için yumuşak bir dil kullanma ve sağlıklı diyalog kurmanın önemi belirtilmiştir. Bundan ötürü Hz.Muhammed diplomatik münasebetlerde güç kullanma yerine diplomasi ve müzakere yöntemine öncelik vermiş, savaş ise her zaman son seçim olmuştur. Zira İslam’da işgal veya zapt mevzu bahis değildir. Fetih kavramı mevcuttur, yani genişletmek ve açmak (yaymak). Hatta Hulefa-yi Raşidin[1]dönemine kadar tecavüzi harp yoktur, özellikle Asr-ı Saadet’te yapılan savaşların hepsi müdafai harp örnekleridir.

Hudeybiye’de Hz.Muhammed ile Süheyl b. Amr arasında gerçekleşen diplomatik müzakere, söz konusu anlayışı ortaya koymaktadır. Süheyl, elçisi olduğu Mekkelilerin çıkarlarını korumak adına oldukça zor şartlar öne sürmüş, Medine İslam Devleti ile Mekke Site Devleti’nin arasındaki diyalog engelinin kalkması dışında tüm maddeler Müslümanların aleyhine olmuştur. Antlaşma imzalanırken Hz.Muhammed’in (Allah’ın resulü ve elçisi) unvanı kabul edilmemiş ve Müslümanlar oldukça sinirlenmiştir. Peygambere duydukları saygıdan ötürü hiç kimse bu unvanı silemeyince, Hz.Muhammed (okuma-yazma bilmediği için) Hz. Ali’den unvanın yazılı olduğu bölümü göstermelerini rica etmiş ve bu bölümü kendisi silmiştir. Tüm bu olumsuz şartlara rağmen Hz.Muhammed Mekke ile barış hadisesini büyük bir açılım olarak görmüş ve antlaşma kabul edilmiştir. (Çelik, 2019) Bir diğer unsur: Ültimatom (ihtar). Antlaşma sonrası, kabul edilen hükümlere aykırı olarak, Mekkelilerin hac ibadetini özünden saptırması ve kutsal değerlere saygı göstermemeleri üzerine, Hz.Ali ile verilen ihtar son diplomatik uyarı olmuştur. Ardından Mekke’nin Müslümanlarca Fethi gerçekleştirilmiştir. 

Mekke’nin Fethi

Bu hamlenin de bire bir Kur’an ayeti doğrultusunda olduğu, Tevbe suresi 1-2. Ayetlerde görülebilir:

“Allah ve Resûlünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar!(Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir.”

Tevbe, 1-2

Bu iki taraf arasında yaşanan bir diğer anlaşmazlığın sonucu olan Bedir Savaşı’na bakıldığında, Asr-ı Saadet’teki İslam Devleti’nde mütekabiliyet ve adalet ilkelerini de görmek mümkündür. Hicretten sonra Müslümanların Mekke’deki mallarına el konulması ve dükkanlarının hatta evlerinin yağmalanması savaşın arkasındaki temel sebep olarak görülmüştür. Hz.Muhammed için her ne kadar barış ön planda olsa da mütekabiliyet ilkesi gereği Müslümanlar da cevaben Kureyş Kervanları’na saldırılar düzenlemiş ve çeşitli yağma faaliyetleri gerçekleştirmiştir. Ancak karşı taraftan bir saldırı gelmedikçe Müslümanların savaşa yönelik bir tutumu olmamıştır.

“Savaşın! Size karşı savaşanlarla, siz Allah yolunda savaşın. Ancak aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.”

Bakara, 190

Bedir Savaşı’nın Müslümanlarca asıl sebebi olan bu izin ve emir niteliğindeki ayette bile karşılıklılık ilkesinin ve dolaylı olarak adaletin vurgulanması, dikkat edilmesi gereken en önemli husustur. Bunun daha somut bir örneği Bakara Suresi 194.ayette karşımıza çıkmaktadır: 

“…Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın…”

Bakara, 194

Hz.Muhammed, strateji geliştirme ve diyalog kurma hedefinden kaynaklı, birçok sosyal vasıta kullanmıştır, bunlardan bir tanesi de evliliktir. (Çelik, 2019) Dönemin Mekke lideri Ebu Sufyan’ın kızı Hz.Ümmü Habibe ile evliliği, çift yönlü bir diplomasi atağı olarak kabul edilebilir. Hz.Muhammed, Necaşi[5] ile Ebu Sufyan arasındaki pozitif diyaloğu göz önünde bulundurarak Necaşi’ye bir mektup yazmış ve Ebu Süfyan’ın kızı ile evlenmek için arabulucu olmasını teklif etmiştir. (Çelik, 2019) Gerçekleşen bu evlilik neticesinde hem Habeşiler hem de Mekkeliler ile daha pozitif ilişkiler tesis edilmiştir.

Diplomatik kazanımların elde edildiği evlilikler örneklerle çoğaltılabilir. Ancak Asr-ı Saadet’teki diplomasi anlayışına genel itibariyle bakıldığında asıl mühim olan ve üzerinde durulması gereken noktalar: barışın sağlanması ve korunması, diyalog ve müzakereye verilen önceliktir. Öte yandan söz konusu süreçte verilen diplomatik kararların, Müslümanlarca kabul edilen görece erdemlilik ilkesine bağlılığı ve kendi içindeki tutarlılığı için de ayrı bir parantez açmak gerekir. Buna mukabil Batı diplomasinin, Ortaçağ sonrası Fransız İhtilali ve sekülerizmin etkisiyle, tarihi gelişimine bakıldığında erdem vb. ilkeler görülememektedir. Kurumsal ve şahsi menfaatlerin ön planda olduğu, oldukça pragmatist ve rasyonel bu yaklaşım pek de hümanist bir tablo çizmemektedir. Amaca yönelik her yolun mübah olduğu anlayışının, bireylerden meydana gelen ulus ve devlet kurumları için ne derece insani olduğu ayrı bir tartışma konusudur.

Yazımı, büyük bir yanlış anlayışa kendimce cevap vererek, bitirmek isterim. Günümüzde çeşitli terör örgütlerince yanlış yorumlanan İslam’daki cihat anlayışı, sözlük manasındaki şekli ile “kutsal savaş” değildir. Zira İslam perspektifinden, savaşın kutsalı olmaz. Savaş ancak ve ancak bir zorunluluktur. Takdir edersiniz ki savaşın kutsal olduğunu düşünen bir dinin kutsal kitabında: 

‘’Hayır sulhtedir’’

Nisa, 128

yani barış(mak) en hayırlı olandır şeklinde bir ibare yer almaz. Başta ülkemiz olmak üzere tüm dünyaya huzur ve barış dolu bir gelecek diliyorum.

Manevi dedem ve kıymetli adaşımın mukaddes anısına…

 Ömer Valyozoğlu


[1] Mutluluk Dönemi, Hz.Muhammed’in yaşadığı döneme verilen isim.

[2] Arabistan yarımadası

[3] Siyasal düşünüşün laikleştirilmesi ve bilimselleştirilmesi gerektiğini savunan Niccolò Machiavelli’ye uygun görüş veya bu doğrultuda davranan kimse(ler)

[4] İslam Peygamberi’nin vefatından sonra Müslüman topluluğa önderlik eden 4 büyük halife (Hz.Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali

[5] Habeş kralları için kullanılan bir unvan


Kaynakça

Sayın, Y. (2010). DİN VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER: İSLAM’IN DIŞ POLİTİKA KURAMI. T.C.SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ, 1-61.

Çelik, N. (2019). Hz. Peygamber’in (sav) Diplomatik İlişkilerinin Mahiyeti ve Temel Hedefi. Uluslararası Hadis Araştırmaları Dergisi, 72-109.

KuranYolu. (tarih yok). Kuran-ı Kerim. kuran.diyanet.gov.tr: https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/nahl-suresi-16/ayet-119/kuran-yolu-meali-5 adresinden alındı

DiyanetVakfı. (tarih yok). Kur’an-ı Kerim. kuran.diyanet.gov.tr: https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/tevbe-suresi-9/ayet-1/diyanet-vakfi-meali-4 adresinden alındı

Ortaylı, İ. (2008). Yahudilikte ve Müslümanlıkta Laiklik Reçetesi Olmaz. İ. Ortaylı içinde, Tarihin İzinde (s. 81). İstanbul: Profil Kitap.

Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü, 2022 mezunudur. Akademik ilgi alanları; Türkiye-AB İlişkileri, Türk Dış Politikası, Türk-Yunan İlişkileri, Türkiye Siyasi Tarihi, Türkiye Ekonomi Politikaları, Uluslararası Müzakereler, Yükselme-Duraklama-Gerileme Dönemi Osmanlı Tarihi, 7. yy. İslam Tarihi ve Tasavvuf(Sûfizm, Mistisizm). [ View all posts ]

Comments

Be the first to comment on this article

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Go to TOP