Küresel Siyasetin Yeni Döneminde Devlet ve Devlet Dışı Aktörler
Küresel siyasi dinamiklerin süregelen metamorfozunun ortasında, geleneksel etki ve güç kavramları sürekli olarak yeniden değerlendirilmektedir. Tarihsel olarak ulus-devletler, küresel angajmanın ritimlerini ve nüanslarını belirleyen, uluslararası ilişkilerin tek olmasa da başlıca düzenleyicileri olarak hizmet etmişlerdir. Ancak, son yıllardaki değişimle birlikte, uluslararası politika tablosu artık sayısız devlet dışı varlığı da içeriyor ve çok uluslu şirketler, sivil toplum kuruluşları, isyancı gruplar ve ulus ötesi savunuculuk koalisyonları bunlardan birkaçı. Farklı hedefleri ve önemli kabiliyetleri olan bu aktörler küresel politikaları, metodolojileri ve diyalogları önemli ölçüde etkilemeye başladı.
Bu yazı, devlet ve devlet dışı oluşumlar arasındaki çok yönlü etkileşimlerin titiz bir analizini sunmayı ve temel uluslararası ilişkiler teorilerinin bu dinamikler üzerindeki şekillendirici etkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Bu söylem, örtüşen ve ayrışan hedeflerin, güç oyunlarının ince nüanslarının ve egemenlik ile hakimiyet kavramlarının kapsamlı bir şekilde incelenmesi yoluyla, mevcut küresel siyasi yapılara ilişkin zenginleştirilmiş bir anlayış sunmayı da hedeflemektedir. Bu bilimsel yörünge boyunca, hem yerleşik hem de yeni ortaya çıkan uluslararası ilişkiler teorilerinin küreselleşen çağımızdaki bu karmaşık bağları aydınlatmadaki yeterliliklerini ve yetersizliklerini de araştıracağız.
Çok eski zamanlardan beri devlet aktörleri küresel siyasetin temel taşları olarak hizmet etmiş, diplomasi, savaş, ticaret ve diğer devlet güdümlü çabalar gibi yollarla uluslararası alanın mimarlığını yapmışlardır. Milliyetçi arayışlara dayanan ve iç talepler tarafından dikte edilen kararları, sıklıkla ulus-devleti uluslararası ilişkilerde benzersiz ve kutsal bir varlık olarak konumlandıran Vestfalya devlet egemenliği paradigmasından ilham alır.
Uluslararası ilişkilerdeki klasik paradigmalar, özellikle Realizm ve Neorealizm, devleti yapısal anarşi ile karakterize edilen uluslararası bir ortamda birincil kahraman olarak yüceltmektedir. Örneğin Realistler, doğuştan gelen güvenlik kaygılarıyla hareket eden devletlerin, nüfuzlarını artırmak için küresel arenaya yön verdiklerini savunurlar. Bu tür bakış açılarında, güç dinamikleri sıfır toplamlı oyunlar olarak algılanır ve devletlerin sürekli tetikte olmalarını zorunlu kılar. Morgenthau ve Waltz gibi teorisyenler tarafından savunulan bu güç dengesi kavramı, potansiyel küresel hegemonyalara karşı stratejik karşı dengelemeyi vurgulamaktadır.
21’inci yüzyılın derinliklerine doğru ilerledikçe, devlet aktörlerinin artık küresel belirleyiciler üzerinde tartışmasız bir tekele sahip olmadığı tartışılmaz hale gelmektedir. Teknolojik yenilikler ve küreselleşmenin dalları tarafından desteklenen devlet dışı aktörlerin yükselişi, asırlık siyasi normları da giderek aşındırıyor.
Örneğin, ekonomik güçleri çoğu zaman tüm uluslarınkini gölgede bırakan Çok Uluslu Şirketleri (ÇUŞ) ele alalım. Apple, Google ve Amazon gibi devler sadece devasa finansal güce sahip olmakla kalmıyor, aynı zamanda ulusal mali politikalardan uluslararası stratejik ittifaklara kadar her şeyi etkileyerek sosyo-politik manzaraları da etkiliyor. Geniş erişimleri, siber yönetişim ve sürdürülebilir uygulamalar gibi alanlarda kendini gösteren küresel normatif ortamlara kadar uzanmaktadır.
Ayrıca, Sivil Toplum Kuruluşları (STK’lar) ve onların küresel ağları, sınırları aşarak insani krizlerden çevresel bozulmaya kadar acil sorunları ele almaktadır. Operasyonel modları, savunuculuk yoluyla devlet liderliğindeki politikaları etkilemekten, çeşitli arazilerdeki taban uygulamalarına kadar da çeşitlilik gösterir. Doğal güçleri genellikle zorlayıcı anlatılar oluşturma, küresel duyguları harekete geçirme ve ulusal sınırları aşan simbiyotik ağlar kurma becerilerinde yatmaktadır.
Terörist gruplar ve isyancı oluşumlar gibi karanlık yönler ise, devlet dışı etkinin olumsuz potansiyellerinin altını çizmektedir. Bunlar modern araçları manipüle ederek sadece mevcut güç hiyerarşilerine meydan okumakla kalmıyor, aynı zamanda savunma ve diplomatik stratejilerde bir paradigma değişikliğini de zorunlu kılıyorlar.
Devlet ve devlet dışı oluşumlar kendilerini çoğu zaman karmaşık işbirliği ve çatışma danslarının içinde bulurlar. Devletler, ekonomik potansiyelin farkına vararak ÇUŞ’larla simbiyotik bağlar kurabilirler. Aynı zamanda bu devletler, yönetişim veya sürdürülebilirlik kayıtlarını eleştiren muhalif STK’larla karşı karşıya kalabilirler.
Wendt gibi akademisyenler tarafından savunulan uluslararası ilişkilerdeki konstrüktivist paradigmalar bu gelişen mozaiği aydınlatmaktadır. Küresel tiyatrodaki etkileşimlerin belirlenmesinde ideolojilerin, normların ve kolektif kimliklerin önceliğinin altını çiziyorlar. Buna göre sonuçları şekillendiren sadece maddi güçler değil, aynı zamanda düşünsel ve anlatısal güçlerdir. STK’lar tarafından düzenlenen ve daha sonra çok sayıda devlet tarafından benimsenen mayın karşıtı kampanyalar, küresel siyasette normatif yapıların gücünü örneklemektedir.
Dahası, Nye’ın “yumuşak gücü”, etkinin salt güçten ziyade cazibe yoluyla elde edildiği bir boyutu ortaya koymaktadır. Kültürel ethos, temel değerler ve ilgi çekici hikayeler bu karmaşık jeopolitik oyunda güçlü araçlar olarak ortaya çıkmakta ve devlet dışı aktörler bunları ustalıkla kullanmaktadır.
Klasik uluslararası ilişkiler doktrinleri paha biçilmez içgörüler sunarken, bu doktrinlerin doğasında var olan devlet merkezlilik, devlet dışı oluşumların giderek artan önemini kavramakta yetersiz kalmaktadır. Örneğin realizmin anarşi ağırlıklı görüşü, STK’lar tarafından teşvik edilen işbirlikçi ortak yaşamları veya uluslararası organların normatif ağırlığını göz ardı etmektedir.
Liberalizm, uluslararası işbirliklerini ve kurumları kabul etmesine rağmen, devlet odaklı bir bakış açısına sahiptir ve genellikle devlet dışı aktörler tarafından ortaya konan nüanslı dinamikleri ihmal eder. Ancak Keohane ve Nye’ın öncülük ettiği Karmaşık Karşılıklı Bağımlılık gibi paradigmalar, küresel etkileşimlerin farklı yollarını vurgulayarak bu gelişen dinamikleri kapsamaya daha da yaklaşmaktadır.
Günümüzün birbirine bağlı küresel çağında, küresel siyasetin derinlemesine anlaşılması, hem devlet hem de devlet dışı aktörlerin kabul edilmesini gerektirmektedir. Bu aktörlerin işbirliği ve çekişme arasında gidip gelen çok yönlü angajmanları küresel olayların gidişatını belirlemektedir. Küresel siyasi topografya sürekli olarak yeniden şekillenirken, akademik paradigmalarımız da gelişmeli, devlet ve devlet dışı küresel çabaların karmaşık koreografisini uygun bir şekilde yansıtmaları sağlanmalıdır.
Comments