Kıbrıs’ta Yeşeren Dostluk: Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü ile İlişkileri

Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren Türk dış politikasının önemli gündem maddelerinden biri olan Kıbrıs adası, 20. yüzyılın ikinci yarısında Yunanistan’ın saldırgan politikalarını artırmasıyla hükümetlerin daha çok ilgilendiği bir mesele hâlini aldı. Öyle ki Türk diplomatları uluslararası her mecrada bu konuyu gündeme getiriyor, diğer ülkelerle ilişkilerini Kıbrıs konusundaki tutumları üzerinden değerlendiriyordu. Türkiye’nin Arap ülkeleriyle olan ilişkileri de bu husustan etkilenecek ve hükümetler, uluslararası arenada destek bulabilmek için Arap ülkeleriyle ilişkilerine daha çok dikkat edeceklerdi.

Sıcak bir ağustos günü, Mescidi Aksa’da bulunan Kıble Mescidi, Avusturalyalı bir Hristiyan tarafından kundaklanıp ateşe verildiğinde takvimler 1969 yılını gösteriyordu. Bu hadise, özellikle Arap ve Müslüman ülkelerini teyakkuza geçirmiş ve onları yeni adımlar atmaya mecbur kılmıştı. Olayın yaşandığı 21 Ağustos günü, Ürdün, tüm Arap ülkelerini acil toplantıya çağırmıştı. Bu toplantıda, Arap Birliği ülkeleri, diğer Müslüman ülkelerinin de katılacağı bir konferansın kısa süre içinde tertip edilmesi kararını almıştı.

Tüm dünyanın dikkatini Kudüs’e yönelten yangın, Türk kamuoyunda da ciddi yankı bulmuş ve Başbakan Süleyman Demirel bizzat açıklama yaparak Müslüman ülkelerin yanında durduklarını ifade etmişti. 1965 yılında tek başına iktidara gelen Adalet Partisi’nin hükümet programında yer alan “Müslüman memleketlerle hakiki ve yakın bir dostluk kurma” hedefi, Başbakan’ın bu cümlesi ile bir kez daha Türk ve dünya kamuoyuna duyuruluyordu. Daha öncesinde, 1967 yılında patlak veren Altı Gün Savaşı sırasında da Arap ülkelerinden yana tavır takınmış ancak “İsrail’in egemenlik hakları” göz önüne alınarak dikkatli ve temkinli bir yaklaşım sergilenmişti.

Kıble Mescidi’nde başlayan yangının diplomatik etkileri bununla sınırlı değildi. Bu üzücü hadise, on yıllardır tek bir çatı altında birleşmek isteyen Müslüman ülkeler için yeni bir fırsat doğurmuştu. Suudi Arabistan Kralı Faysal ve Fas Kralı Hasan’ın şahsi gayretleriyle 22-24 Eylül 1969’da Rabat’ta düzenlenen konferans için, ev sahibi Kral Hasan devlet başkanlarına bizzat davetiye mektubu göndermişti. Bu davet, Türk siyaset ve medyasını hareketlendirmiş, genel seçim arifesindeki Türkiye’nin gündemine yeni tartışmalar getirmişti. Buna göre Cumhurbaşkanı Orgeneral Cevdet Sunay, laik bir ülkenin en üst düzey temsilcisi olarak “İslam Konferansı” zirvesine katılmasının uygun olmayacağı görüşündeydi. Başbakan Demirel ise bunun dini değil siyasi ve diplomatik bir toplantı olduğunu öne sürerek Türkiye’nin yer alması gerektiği kanaatindeydi. Yine de gelebilecek tepkileri hafifletmek adına temsilin dışişleri bakanı düzeyinde olması kararlaştırılmış ve Bakan Çağlayangil toplantıya katılmakla görevlendirilmişti.

Türkiye hem Rabat’ta hem de ertesi yıl Cidde’de düzenlenen toplantılara dışişleri bakanlarıyla katılmış, alınan kararlarda laiklik ilkesi ve Birleşmiş Milletler kabulü gibi şartların aranacağını beyan etmişti. Ancak bu ısrarı 1976 yılında son bulacak ve Türkiye, Kudüs meselesinden dolayı katıldığı konferansa Kıbrıs meselesinden dolayı tam üye olmayı kabul edecekti. 1974 yılında başlatılan Barış Harekâtı dolayısıyla karşılaşılan uluslararası yalnızlık, Türkiye’yi Arap ülkelerine daha da yakınlaşmaya itiyordu. Öyle ki muhalefet partileri bile bunu savunuyor, Arapların Kıbrıs meselesinde Türkiye’den yana tavır almamalarından dolayı hükümeti suçluyorlardı. 1976 yılının mayıs ayında İslam Konferansı Örgütü’nün 7. Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısının İstanbul’da yapılması, Türkiye’nin hem örgüt hem de Arap ve Müslüman ülkelerle ilişkileri açısından bir dönüm noktasıydı. Demirel başkanlığındaki koalisyon hükümeti, örgüte tam üyelik kararı almış ve ilişkilere yeni bir ivme kazandırmıştı.

Günümüzde de Türk dış politikasında önemli yer tutan Kıbrıs adası, Türkiye’yi, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa ülkelerinden istediği desteği alamayacağı gerçeğiyle karşı karşıya bırakmıştı. Tam bu noktada Müslüman ülkelerle ilişkileri yeni bir boyuta sokarak bir çıkış kapısı arayan Türkiye, dış politikada tarafları birbiriyle dengeleme politikasını yine gözler önüne sermişti. Kıbrıs adasında başlayan bu yakınlaşma sosyal, ekonomik ve siyasi gerekçelerle artarak devam edecek ve Türkiye’nin İslam Konferansı Örgütü dönem başkanı olmasına kadar uzanacaktı.

Abdurrahman Selim Çelikbilek


Kaynaklar:

  1. Erkmen, A. (2021). İki askeri darbe arası Türkiye’nin Arap ülkelerine yönelik politikaları (1960-1980). Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 112:155-173.
  2. Kasapsaraçoğlu, M. (2020). İki darbe arasındaki dönemde Türkiye’nin Ortadoğu politikası ve muhalefet (1960-1980). Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, 33:259-288.
  3. Dursun, D. “İslam Konferansı Teşkilatı”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/islam-konferansi-teskilati (17.08.2022).
  4. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) / T.C. Dışişleri Bakanlığı. (17.08.2022). mfa.gov.tr/islam-isbirligi-teskilati.tr.mfa
  5. Yedinci İslam Ülkeleri Konferansı Açıldı. (Cumhuriyet, 13.05.1976).

Comments

Be the first to comment on this article

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Go to TOP